Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

Allah’ın Davetine İcabet Duaların Kabulü ve Mağfiretin Şartıdır.

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » Allah’ın Davetine İcabet Duaların Kabulü ve Mağfiretin Şartıdır.
share on facebook  tweet  share on google  print  

Allah’ın Davetine İcabet Duaların Kabulü ve Mağfiretin Şartıdır.

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar
Allah’ın

Allah’ın Davetine İcabet

Duaların Kabulü ve Mağfiretin Şartıdır.

Camilerimizde, din görevlilerimiz cemaatte günahlarımız için tövbe etmeyi tavsiye eder. Mübarek kandil gecelerinde “Gelin aşk ile bir Nasuh tövbesi yapalım.” Diye toplu tövbe duası yapılır. Allahû Teâlâ, Kullarının samimiyet ile yaptığı bu dualarını kabul edebilir. Gençliğinde Ayyaş bir kişi olan Bişri Hafi Hz.leri, sarhoş kafa ile çamur içinde bulduğu Allah kelamını silip temizledikten sonra evinin başköşesine asması, Allah’ın çok hoşuna gidiyor. Onu sıfırdan alıp, büyük bir evliya yapıyor. Bunun gibi Allah’ın sevdiği bazı kullarını böyle karşılıksız mükâfatlandırdığı olaylar anlatılır. Bunlar istisna olaylardır. Buna karşılık, genel olarak hangi hallerde, duaların kabul edeceği, kimlerin dualarının kabul edilmeyeceği kutsal kitabımızda açıklanmıştır.        

 

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).

“Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).”

46/AHKÂF-31: Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm (elîmin).

“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.”

40/MU'MİN-50: Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).

“(Cehennem bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler mi?" "Evet." dediler. (Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin (siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir (dalâletin içindedir).”

Yukarıdaki ilk ayet’te, dualarının kabul edilmesinin, Allah’ın davetine icabet edilmesine bağılı olduğu açıklanıyor. İkinci ayette de, yeryüzünde Allah’ın davetçileri (Nebi veya veli Resuller)  olduğunu, dualarımızın kabulü için onların davetlerine icabet gerektiği bildiriliyor. Üçüncü ayette de, resullerinin davetine icabet etmeyenlerin dualarının kabul edilmeyeceği anlatılıyor. Kutsal kitabımızda bu konuda daha pek çok ayet ve hüküm var. Bu konuda hassasiyet gösteren okuyucularımız için şimdilik bu ayetler yeterlidir.

Yukarıdaki ayetlerde geçen kavramlar çok açık, Dua’ya icabet kavramının, kabul edilmesi, mağfiretin ise, duanın sevaba çevrilmesi olduğunu izah etmeye gerek olduğunu sanmıyorum. Diğer bir kavram da, Allah’ın daveti olduğunu tahmin ediyorum. Bu hususu kısaca açalım. İslam teslim dinidir. Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah bizi kendisine davet ediyor. Hz. Adem atamızın cennet’ten kovulmasına sebep olan nefsimizi, afetlerinden arındırdıktan sonra, Ruhen ona teslim olmak. Böylece dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmak.

Bu mümkün müdür? Evet mümkün ve çok kolaydır. Bunun için ilk adım olarak, Allah’a yönelip, Ruhen ona teslim olmaya niyet etmek yeterlidir. Bunu, Allah’tan samimiyet ile talep ettiğimizde, Allah bizi bir hidayetçi, bir dostuna ulaştırıyor. Ayetlerde geçen “Allah’ın davetçisi” işte budur. Onu bulduğumuzda her şey kolaylaşıyor. Onun rehberliğinde İslamı yaşanmaya başladığımızda, dünya mutluluğu da yaşanıyor. Ahiretimizi de kurtarıyoruz. Yaşadığım çevremde Allah ile kul arasına kimse giremez diyorlar. Diyenler olabilir. Biz manevi hayatımızı sokaktaki rivayetlere göre değil, Kurân ayetlerine göre dizayn etmeliyiz. Şu üç ayeti inceleyelim.

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr (ebrâri).

“Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz'e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.”

42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr (nekîrin).

“Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).”

46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).

“Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.”

Görüldüğü gibi, Allah bizi kendisine davet ediyor. Üstelik “Geri döndürülemeyecek günün gelmesinden önce,” ifadesi ile dünya hayatında, (ölmeden önce) bu davete icabet etmemiz gerekiyor. Bu davete icabet edenler, Allah’tan mağfiret talep edebiliyor. Son ayet’te de icabet etmeyenlerin, dalalet içinde oldukları bildiriliyor. Konu çok açık. Anlaşılmayacak bir kavram olduğunu sanmıyorum. Ancak, bu davetçi konusuna, günümüz Müslümanları maalesef çok yabancı. Onun için bu hususu biraz daha açalım. Sahabe İslamı, Hz. Peygamberimizden öğrenmiş, O da Hz. Cebrail (SAV) den öğrenmiş. Hz. Peygamberimiz son nebidir. Fakat varisi nebi olan veli resuller her dönemde ve tüm kavimler içinde yaşıyor. Kur’ânı kerimde böyle yazılıyor.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

“Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).”

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

“Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.”

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

“Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah her şeye kaadirdir.

Nebi resullerin olmadığı fetret devirlerinde, Tüm kavimler içinde, onlara kendi lisanları ile hitap eden, Nebi resullerin varisleri olan, veli resuller var. Kimse bizim çağımızda resul gelmedi diyemez. Bu sebeple Allah İsra suresi-15. Ayetin sonunda, “Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.” Buyurmaktadır. Bu açık ayetlere rağmen maalesef çağımız din âlimlerinin büyük bir kısmı, kutsal kitabımızdaki resul kavramlarını Nebi olarak açıklıyor. Çağımız Müslümanları İmanın temel şartlarından biri olan “Resullere iman” kavramını Nebilere iman olarak algılıyor. Böylece Veli resuller devre dışı bırakılıyor. Bu husus insanlarımızın yanılmalarına ve Allah’ın yardımının kesilmesine sebep oluyor. Çağımız Müslümanlarının en önemli problemi budur. Resul kavramı yanlış algılandığında, Kurân hükümlerinin büyük bir kısmı yanlış anlaşılıyor. Bu sebeple Hz. Peygamberimiz ve mübarek sahabenin yaşadığı Kurândaki İslam yaşanamıyor. Allah’ın yardımı alınamıyor.

 28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn.

“Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.”

Görüldüğü gibi Allah’ın davetine icabet etmeyenler, Hevalarına, heveslerine ve el yazması kitaplara, bu kitapları yanlış yorumlayan okumuş cahillere tabi olanlar oldukları anlaşılıyor. Bunları incitmeyelim. Onlara da yanlış öğretildi, bu sebeple onları yumuşak sözlerle uyaralım. Diyerek bu günlere geldik. Artık, gerçekler bilinmelidir.

22/HACC-8: Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr.

“Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.”

Çağımız Müslümanları sefilleri yaşıyor. İslam toplumları karmaşa içinde, hepsi birbiri ile kavgalı, Milyonlarca insan yurtlarından kovulmuş, çadırlarda çile dolduruyor. Bu durum Allah’ın gazabını sebep oluyor. Günümüzde tüm dünya şimdiye kadar görülmeyen bir Virüs yüzünden perişan oldu. Camilerimiz kapandı. Kabe’de tavaf durdu. Tesettüre karşı çıkanlar şimdi. Maske ile dolaşmak zorunda kaldı. İnsanlar birbirine sarılamaz hale geldi.

Bu afetin çaresi aranıyor. Virüsü yenecek ilaç ve aşı araştırılıyor. Sayın Diyanet İşleri Başkanımız ve aklı başında olan alimlerin kabul ettiği gibi, bu Allah’ın gazabıdır. Allah’a yönelip ona teslim olmanın terk edilmesi, Veli Resul ve Allah dostlarının dışlanması, tavsiyelerine itibar edilmemesi, Masumların yurtlarından kovulması, haklarının çiğnenmesi ve Cinsel sapkınlıklar Allah’ın gazabına sebep olmuştur. Bunlar için tövbe edilip, Hak ve hukukların çiğnenmesi son bulmadan, bu felaketten kurtulmanın imkânı yoktur. Vesselam.

lutfitumturk@hotmail.com                                                                                    Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : Lütfi Tümtürk
Tür : Diğer Tarih : 12.06.2020
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
31.663