A'RÂF-186

Anasayfa » A'RÂF Suresi » A'RÂF-186
share on facebook  tweet  share on google  print  

A'RÂF-186

"A'RÂF Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<7/A'RÂF-186>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

مَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلاَ هَادِيَ لَهُ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye lehu, ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır). 
1. men : kimse, kim
2. yudlili allâhu : Allah dalâlette bırakır
3. fe lâ : artık yoktur
4. hâdiye : hidayete erdiren kimse
5. lehu : onun için
6. ve yezeru-hum : ve onları bırakır, terkeder
7. : içinde
8. tugyâni-him : azgınlıkları, isyanları
9. ya'mehûne : şaşırırlar, şaşkın halde olurlar

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ, “Kimi dalâlette bırakmak isterse onu dalâlette bırakır.”

Allah, El Adl ve El Hakk esmasının sahibidir. Hakkın sahibinin hakkını çiğnetmediği gibi, hak sahipleri arasında adaleti mutlaka gerçekleştirir. Hak, sübjektif (enfüsî); adalet, objektif (afakî) bir faktördür. Allahû Tealâ, her ikisinin de sahibidir, hem afakî açıdan, hem enfüsî açıdan. Allah adalet ve hak mefhumlarının, yani insana ait olan hakların sahibidir. Böyle bir muhteva içerisinde “Allahû Tealâ'nın dalâlette bıraktığı bir insan, dalâlette olmayı haketse de, etmese de Allah isterse onu dalâlette bırakır.” tarzında bir düşüncenin sahiplerine şu söylenmelidir: “Hayır! Allah, adaletin ve hakkın sahibidir. Hak sahibinin hakkını çiğnetmez, adaleti mutlaka yerine getirir. Allah'ın dalâlette bıraktığı insanlar, sadece dalâlette olmayı hakedenlerdir.” Bu insanlar, Allah'ın emirlerine karşı azgınlık etmiş, haddi aşmış, Allah'ın emirlerini çiğnemiş olanlardır.

Allahû Tealâ diyor ki: “Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz.” Dilemiyor kişi. Bunun tabii neticesi olarak mürşidine ulaşmıyor, tâbiiyetini gerçekleştirmiyor ve âmenû olmuyor, mü'min de olmuyor. Bunları seçmiyor ve dalâlette kalıyor. Allah onun için bir mürşid nasip etmemiştir. Yani o kişi gitse, herhangibir mürşide tâbî olsa o, sadece tâbî olduğunu zanneder, aslında tâbî olmaz.

Tâbiiyet, kişinin iç dünyasında vücut bulan bir sonuçtur. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyip de Allah'ın 12 tane ihsan verdiği insanlar, 12 tane ihsanla Allah'ın gösterdiği mürşide ulaşıp da tâbiiyetlerini gerçekleştirirlerse, onların kalplerinin mührünü açar. Onların kalplerindeki küfür kelimesini alır dışarı atar, onların kalplerinin içine îmân yazar. Böyle değilse, Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin, elbette tâbî olması, onu mü'min kılamaz. İşte bu istikamette, 14 asır evvel münafıklar aynı şeyi yapmışlar, el öperek tövbe etmişler ancak Allah'ın yoluna girememiş, mü'min olamamışlardır (Hucurat-14).

Adaletli olan, hakkın sahibi olan, hakkı çiğnetmeyen Allahû Tealâ, dilediğini dalâlette bırakır ama dalâlette bıraktıkları, dalâlette kalmayı hakedenlerdir. İsyanları sebebiyle, Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için, mürşidlerine ulaşmayı dilemedikleri için, ruhlarını Allah'a ulaştırmayı dilemedikleri için. Ama cehennem korkusuyla, “mürşidine ulaşan cennete gidiyormuş, ben de gideyim bir mürşide tâbî olayım” dese ve tâbî olsa onun tâbiiyeti geçerli değildir. Kalbindeki işlem gerçekleşmez.

Tâbî olmayanlar için bir hidayetçi yoktur. Onların hidayete ermeleri söz konusu değildir ve dalâlettedirler. Hevalarını kendilerine ilâh edinenler, hidayetçilere, Allah'ın davetçilerine tâbî olmayanlardır ve dalâlettedirler (Casiye-23).

Bugünkü dîn ilminin temelinde bu vardır. Artık insanlar irşad makamını tamamen devreden çıkarmışlardır. “İrşad makamı yoktur, tâbiiyet yoktur. Bunların hepsi 14 asır evvel sona ermiştir.” demektedirler. Oysa ki Allahû Tealâ, kıyâmete kadar tâbiiyetin devam edeceğini söylüyor. Zaten tâbiiyet yoksa hidayet yoktur. Hidayet (ruhun hidayeti), tam 12 defa üzerimize farz kılınmıştır.

"Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler." (Cuma-2)

"Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler." (Âli İmrân-164)

Burada iki tane "arasında", "içinde" var.

1- fîhim: "Onların içinde olan", içinden olan bir resûldür (Huzur Namazı'nın İmamı).

2- enfusehim: Her kavimdeki resûllerden bir tanesidir ve onların içlerinden birisidir.

Öyleyse Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesinde iki cepheden olaya bakmaktadır:

1- Başlarının üzerine ni'met olan kişi, Devrin İmamı olan Resûl'dür. O, Huzur Namazı'nın İmamı'dır.

2- Devrin İmamı, aynı zamanda kendi kavminin Resûl'üdür.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir Nebî idi. Kâinata, âlemlere rahmet olsun diye yaratılmıştı. Aynı zamanda Arap kavminin de Resûl'üydü. O, kavmin Resûl'ü olarak 4, Devrin İmamı (Nebî) olarak, 5 görevle vazifeliydi. Allahû Tealâ sadece bir tanesini değerlendirmiş olsaydı, o zaman ya "fîhim" (onların arasından birisi) veya "enfusehim" (onların nefslerinden, onların kişilerinden birisi) kullanacaktı. Oysa ikisini birden kullanmıştır. Devrin İmamı, sadece kendi kavminin değil, kâinatın Resûl'ü olarak, kendisine veya tayin ettiği kişilere tâbî olanlara, başlarının üzerine ni'met olarak gelir.

Âli İmrân Suresinin 164. âyet-i kerimesi, izahı da zor bir âyet-i kerimedir. "Fîhim" ve "enfusehim" kelimelerinin ardarda kullanılması, hem başlarının üzerinde ni'met olması hem sadece 4 görevle görevlendirilmesi... Bu bir tenakuz değildir. Herşeyi yerli yerine oturtursanız herşey, en güzele dönüşür.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.”

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

 

7/A'RÂF-186

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
Diyanet İşleri : Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Allah kimi yoldan çıkarırsa artık yoktur onu doğru yola sevkedecek ve onları can gözleri kör olarak şaşkınlıklarında bırakır gider.
Adem Uğur : Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.
Ahmed Hulusi : Allâh kimi saptırırsa, artık ona hidâyet edecek yoktur. . . Onları kendi taşkınlıkları içinde kör ve şaşkın, bocalar hâlde bırakır.
Ahmet Tekin : Allah kimin hak yoldan uzaklaşmasına, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihine özgürlük tanırsa, kimse onu doğru yola iletemez. Onları azgınlıkları içinde bocalar vaziyette bırakır.
Ahmet Varol : Allah kimi sapıklığa düşürürse onu doğru yola iletecek yoktur. (Allah) onları taşkınlıkları içinde bocalar bir halde bırakır.
Ali Bulaç : Allah'ın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
Ali Fikri Yavuz : Kimi ki Allah doğru yoldan saptırır, artık onu yola getirecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır, körü körüne yuvarlanır giderler.
Bekir Sadak : Allah'in saptirdigini yola getirecek yoktur. O, sapanlari taskinliklari icinde bocalayip dururlarken birakir.
Celal Yıldırım : Allah kimi doğru yoldan saptırırsa, onu doğru yola iletecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bocalayıp şaşkın şaşkın dururken bırakıverir.
Diyanet İşleri (eski) : Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur. O, sapanları taşkınlıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakır.
Diyanet Vakfi : Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.
Edip Yüksel : ALLAH'ın saptırdığı kimseler için yol gösterici bulunmaz. Onları azgınlıkları içinde bocalar durur halde bırakır.
Elmalılı Hamdi Yazır : Kimi ki Allah saptırır, artık onu yola getirecek yoktur, o onları bırakır, tuğyanları içinde kör körüne yuvarlanır giderler
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Allah kimi saptırırsa, artık onu yola getirecek bir kimse yoktur. O, onları bırakır taşkınlıkları içinde, körü körüne yuvarlanıp giderler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Allah kimi saptırırsa onu yola getirecek bir kimse yoktur. O, onları kendi hâllerine bırakır ve kendi azgınlıkları içinde yuvarlanıp giderler.
Fizilal-il Kuran : Allah'ın saptırdığı kulu hiç kimse doğru yola iletmez. O sapıkları, azgınlıklar içinde debelenmeye bırakır.
Gültekin Onan : Tanrı'nın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
Hasan Basri Çantay : Allah kimi sapdırırsa artık onu yola getirecek yokdur. O, bunları taşkınlığı içinde, ve serserî bir halde, bırakıverir.
Hayrat Neşriyat : Allah kimi (küfrü sebebiyle) dalâlete atarsa, o takdirde onu hidâyete erdirecek kimse yoktur ve (Allah) onları azgınlıkları içinde bırakır da bocalayıp dururlar!
İbni Kesir : Kimi, Allah saptırırsa; onu doğru yola götürecek yoktur. O, bunları taşkınlıkları içinde serseri bir halde bırakır.
Muhammed Esed : Allahın sapıklık içinde bıraktığı kimseler için yol gösterici yoktur. Allah, onları körcesine sağa sola sendeleyip dururken o kurumlu azgınlıkları içinde bırakacaktır.
Ömer Nasuhi Bilmen : Allah Teâlâ kimi dalâlete düşürürse artık ona hidâyet edecek bulunamaz ve onları kendi dalâletlerinde mütereddit bir halde bırakır.
Ömer Öngüt : Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur, onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bocalayıp dururken bırakır.
Şaban Piriş : Allah kimi sapıklıkta bırakırsa onun bir rehberi yoktur. Onları azgınlıkları içerisinde şaşkın bir halde bırakır.
Suat Yıldırım : Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, körü körüne yuvarlanır giderler.
Süleyman Ateş : Allâh kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren olmaz. Ve bırakır onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Tefhim-ul Kuran : Allah'ın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
Ümit Şimşek : Allah'ın saptırdığını doğru yola getirebilecek yoktur. Allah onları bırakır da azgınlıkları içinde bocalar dururlar.
Yaşar Nuri Öztürk : Allah'ın şaşırttığına kimse kılavuzluk edemez. O bırakır onları ki, kudurgunlukları içinde bocalayıp dursunlar.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 1.11.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205206

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
94.042