A'RÂF-176

Anasayfa » A'RÂF Suresi » A'RÂF-176
share on facebook  tweet  share on google  print  

A'RÂF-176

"A'RÂF Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<7/A'RÂF-176>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusîl kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.  
1. ve lev : ve eğer
2. şi'nâ : biz diledik
3. le refa'nâ-hu : mutlaka onu yükselttik (yükseltirdik)
4. bi-hâ : onunla
5. ve lâkinne-hû : ve fakat o
6. ahlede : meyletti
7. ilâ el ardı : arza, dünyaya
8. ve ittebea : ve tâbî oldu, uydu
9. hevâ-hu : hevasına, nefsinin afetlerine
10. fe meselu-hu : böylece onun durumu
11. ke meseli el kelbi : köpeğin misali gibi
12. in : eğer
13. tahmil : hamle yaparsın, ilgilenirsin
14. aleyhi : onun üzerine, ona
15. yelhes : solur
16. ev : veya
17. tetruk-hu : onu kendi haline terkedersin
18. yelhes : solur
19. zâlike : o, işte o, işte böyle
20. meselu el kavmi ellezîne : o kavmin durumu gibi
21. kezzebû : yalanladılar
22. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
23. faksusîl kasasa
(fe uksusî el kasasa)
: bu kısası anlat
24. lealle-hum : böylece onlar
25. yetefekkerûne : tefekkür ederler

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ, burada bir evvelki âyete atıf yapıyor ve bu âyeti onun üzerine bina ediyor. Şeytan, nefsinizin bütün afetlerine tesir etme imkânının sahibidir. Bütün insanların doğdukları andan itibaren nefslerinin kalbinde %100 afetler vardır. Ruhları da tamamen hasletlerle doludur. Başlangıçta durum birbirinin tersidir. Nefsin afetleri, negatif kutup; ruhun hasletleri, pozitif kutuptur. İki kutup biraradadır ve -100 ve +100 ile eşitlik sağlanmıştır. Allah'ın istediği, -100'ün, 0'a inmesi ve neticede +100 haline gelmesidir. Çünkü her afet azaldıkça, onun yerini ruhun faziletleri alır ve nefsin kalbini her geçen gün biraz daha doldururlar.

Allah yolu, öyle bir yoldur ki; Allah, Allah'a aşık olanları, Allah'ı sevenleri yüceltir. Eğer Allahû Tealâ'nın âyetleri verdiği kişi, hevasına uymazsa, Allah'ın âyetlerini yalanlamazsa, Allahû Tealâ, o zaman o kişiyi yüceltir. İşte, her devirde olduğu gibi Allah'ın âyetler verdiği insanlar, bu devirde de vardır. Allahû Tealâ'nın âyetlerini verdiği kişi, korkmadan, çekinmeden, herkes ne derse desin, mutlaka açıklamak cesaretini gösteriyorsa işte o zaman Allahû Tealâ, o kişiye Kur'ân'ın ruhunu öğretir. Her nebînin yaşadığı devirde o nebîyle beraber, kimler tâbî olmuşlarsa onlar, mutlaka hidayete ermişlerdir. İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber 1. asr-ı saadeti yaşayanlar, O'nunla birlikte bütün güzellikleri yaşamışlardır. 14 asırda Allah'ın söylediği bütün güzel şeyler, iblisin insanlara öğrettiği emaniyye dizaynla kirletilmiştir, üzerleri örtülmüş, gölgelenmiştir. İnsanlık, cehaletin çıkmaz dehlizlerinde kaybolmuştur. Bütün kavramlar karmakarışık olmuş, mânâlarını kaybetmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerim'de, 28 basamaklık bir skala içerisinde 7 sınıf takva vardır:

  1. Âmenûlar takvası ( 3. basamak)
  2. Mü'minler takvası (14. basamak)
  3. Evvablar takvası (21. basamak)
  4. Muhsinler takvası (25. basamak)
  5. Ulul'Elbab takvası (26. basamak)
  6. İhlâs takvası (27. basamak)
  7. Bihakkın takva (28. basamağın 5. mertebesi)

Bu takvaların herbiri, bir âmenû oluş noktasıdır. Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'inde 7 çeşit âmenû olmaktan bahsettiği halde bu kavram yok edilmiş ve âmenû olmak, mü'min olmak olarak algılanmıştır. 3. basamakla 28. basamak aynı noktaya getirilmiştir. Günümüzde 24 çeşit Kur'ân-ı Kerim'de "takva" kelimesi nerede geçerse, mahiyetlerinin hiçbirinin farkına bile varılmayarak, hepsi için, "Allah'tan korkun", "Allah'tan sakının" ifadeleri kullanılmaktadır. Bunun arkasındaki şey, kavramların iblis tarafından esas mânâlarından saptırılması ve lûgat mânâsına parantez açılarak alınmasıdır.

Ve neticede Allah'ın âyetleri, gerçek anlamlarından saptırılmış, kavramlar yok edilmiştir. Kavramlar yok olursa, felâh (kurtuluş) yok olur. İnsanlar, eğer kavramları yok ederlerse, oturacakları merdivenin basamağını kaybederlerse, o zaman hepsi bir olur. Ve bugün de Kur'ân-ı Kerim'in ruhu kaybolmuştur. Temel 7 tane kavram da Kur'ân-ı Kerim'in 7 tane ruhu da 7 tane safhası da kaybolmuştur. Kavramların ruhu kaybolmuştur ve bunun tabii neticesi olarak da insanlık, cehenneme mahkûm edilmiştir.

İnsanlar, İslâm'ın 5 tane şartını yaşarlarsa kurtulacaklarını ve cennete gideceklerini zannediyorlar. Bu 5 şartın içinde Allah'a ulaşmayı dilemek yoktur. Onların gidecekler yer cehennemdir. Onlar âyetlerden gâfil olanlardır, kurtuluşları mümkün değildir. İslâm'ın 5 şartı içinde tâbiiyet yok edilmiştir. Tâbiiyet yoksa bir insan, mü'min olamaz. Kalbinin içine îmânın yazılması mümkün değildir. Daha ötede, ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşması külliyyen reddedilmektedir.

Ruh ölmeden evvel Allah'a ulaşmazsa hiç kimse, Allah'ın evliyası olamaz. Evliyanın Türkçe karşılığı "ermiş" tir. Allah'a ermiş olanlar, evliya olabilir. 1., 2. ve 3. kat cenneti bu sağlar ve hiçbirisi ve ötesi, İslâm'ın 5 tane şartının içinde yoktur. Fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah'a teslim edilmesi de yoktur. Sonuç, dünya saadetinin elde edilememesidir. Bu, İslâm'ın kollarını kesmektir.

İslâm mutluluktur. Cennet saadeti de dünya saadeti de İslâm'ın bir hedefidir. İşte âyetleri yalanlayanlar, dîni bu hale getirmişlerdir.

Allah, her devirde insanlara verdiği âyetlerle, unutulan dînin yeniden yerli yerine oturmasını temin etmiştir.

Allah'ın doğruları, her peygamberden sonra asırlar geçtikçe adım adım yok edilmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den bu tarafa 14 asır geçmiştir ve insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün istasyonlar iblis tarafından yok edilmiştir. Ne Allah'a ulaşmayı dilemek, ne tâbiiyet, ne ruhun Allah'a teslimi, ne fizik vücudun teslimi, ne de iradenin teslimi kalmıştır. Hepsi yok edilmiş, hepsi devredışı bırakılmıştır. İşte Allah'ın dostları onlardır ki; böyle zamanlarda vardırlar. Hangi şartların içinde olurlarsa olsunlar hakikatleri haykırırlar, Allah'ın söylediklerini mutlaka anlatırlar ve farkları derhal anlaşılır. Onlar, Allah'a çağırırlar.

Allah'ın âyetlerinin asırlar sonra aldığı şekle bakın: İslâm'dan geriye, İslâm'ın 5 tane şartı kalmış. İşte doğrular öğrenilip de, bu 5 tane şartın hiç kimseyi kurtaramayacağı, hangi tarz bir tehdidin altında olursa olsun açıklanabiliyorsa, o zaman Allah'ın sadık dostları var demektir. Bu kapalı olan hususların, asırlar boyunca bir karanlık örtünün altına sokulmuş olan Allah'ın pırıl pırıl hakikatlerinin herbirinin tekrar hayata getirilmesi, Allah'ın doğrularının açıklanmasıyla olur. Bu, Allah'ın hakikatlerinin saklanmasına mani olmaktır. Kavramlar birer birer ortaya çıktıkça, bir yıldız gibi parlamaya başladıkça, hakikat bütün boyutlarıyla ortaya çıkar, sahnelenir ve sonuç mutlak olarak felâhtır, kurtuluştur.

İşte kendisine âyet verilen, peygamber olmayan iki nev'i insandan bir grup, kurtuluşu önlemeye, yok etmeye bir başka grup da kurtuluşu bütün boyutlarıyla açıklamaya çalışmaktadır. Ve Allahû Tealâ örneklerini veriyor: “Onlar ki Allah'a teslim olup da Allah'a çağırırlar, onlar kötülüğe iyilikle mukabele edenlerdir, onlar hidayete erenlerdir.” (Fussilet-33,34,35].

1- Allah'tan âyetler alıp da onlara ihanet eden, nefsinin afetlerine uyan ve söylenen yanlışları kabul eden, Allah'ın kendisiyle birlikte olduğunu unutan, bunu değerli bulmayan zavallı insanlar vardır.

2- Asırlar geçip de Allah'ın bütün hakikatlerinin kaybolduğu bir ortamda Allah'ın kendisine âyetler verdiği ve bütün hakikatleri bir bir açıkladığı kişi vardır.

İnsanlar, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'ini, Kur'ân'dan değil de asırlar boyunca yazılan, adına "emaniyye" denilen kitaplardan öğrenmişlerse,

Asıl dîni unutup, kendilerine göre yeni bir dîn oluşturmuşlarsa, üniversitelerde artık böyle bir dîn eğitimi söz konusuysa,

İnsanları kurtuluşa, cennet saadetine ve onun ötesinde dünya saadetine götürecek olan Kur'ân hakikatleri, 14 asırda unutulmuşsa,

İnsanlar, o hakikatlerin dışındaki şeyleri öğretmekle, öğretim görevlerini yaptıklarını düşünüyor ve zannediyorlarsa,

İnsanların kurtuluş imkânları bütünüyle yok edilmişse bu noktada kendisine âyet verilen insanların önemi ortaya çıkar.

Onlar, cesaretle ortaya çıkıp: “Hayır, siz yanlış söylüyorsunuz. Hidayete "doğru yol" demeniz yetmez. Hidayet, insan ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasıdır.” diyebiliyor mu? Bu hakikati Allah, O'na öğretmiş mi? İşte o zaman o âyetlere bihakkın sahip olan insanlar var demektir. Onlardan vazgeçmeyen, onun için yaşayan insanlar var demektir.

İşte Allah'ın doğru yolunun standartları bunlardır. Sıratı Mustakîm, "doğru yol" diyorlar. Hidayet, "doğru yol" diyorlar. Oysa ki Sıratı Mustakîm, gerçekten bir yoldur; ama hidayet bir yol değildir, bir hedefe ulaşmaktır. Ruhu, ölmeden evvel Allah'a ulaştırmaktır, ruhun hidayetidir. Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah'a kul olması hidayettir ve fizik vücudun Allah'a teslimidir. Ahsen kılınan, Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir dizayn. Nefsin Allah'a teslimi, nefsin ahsen olması, nefsin Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmesi, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir noktaya ulaşması, nefsin hidayetidir.

Allah'ın katında kıymetli olanlar, hangi devirde olurlarsa olsunlar Allah'ın unutulmuş olan bütün hakikatlerini Kur'ân bazlı olarak herkese anlatmak cesaretini Allah'ın kendilerine verdiği insanlardır. Bunun için bu görev, onlara verilir. Allah'ın hakikatleri unutulmuştur, kurtuluş hedeflerinin herkese açık olan kapıları, iblis tarafından birer birer kapatılmıştır. Kavramlar, insanlara unutturulmuştur. Kurtuluş sıfırlanmıştır.

Bu açıklamalar yapılmadan evvel içinde bulunduğumuz çağ, böyle bir çağ idi. İnsanların kurtuluş imkânları yok edilmişti. İnsanlar, İslam'ın 5 tane şartı ile kurtuluşa ulaşabileceklerini zannediyorlardı. Bütün kavramların yok edildiği, kurtuluş imkânlarının bütünüyle devreden çıktığı bir noktada Allahû Tealâ, mutlaka kullarından birine âyetler vererek, ona hakikatleri öğretir.

İşte bütün devirlerde, bütün kavimlerde bunu yapan insanlar vardır:

Allah'ın resûlleri...

Şu anda da dünya üzerindeki bütün kavimlerde Allah'ın resûlleri yaşamaktadır. Herşey kaybolduğu, insanların kurtuluş ümidi sıfırlandığı için Allahû Tealâ, her devirde birilerine evvelce açıkladığı insanları kurtaracak olan bütün yanlış bilinen şeyleri düzeltsinler diye onlara bir defa daha açıklar.

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).

Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).

Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.

41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).

Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.

 

7/A'RÂF-176

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.
Diyanet İşleri : Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Dileseydik onu, delillerimizle yüceltirdik, fakat o, yeryüzüne sarıldı ve kendi isteğine uydu. O tıpkı köpeğe benzer; üstüne varıp kovsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte bu hal, delillerimizi yalanlayan topluluğun haline benzer; sen geçmişlerin hallerini anlat onlara da belki iyice bir düşünürler.
Adem Uğur : Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.
Ahmed Hulusi : Eğer dileseydik, onu bu işaretlerle yükseltirdik. . . Fakat o arza (bedenselliğe) yerleşti ve boş asılsız dürtülerine tabi oldu! Artık onun meseli şu köpeğin meseli gibidir: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, terketsen de dilini sarkıtıp solur. . . İşte işaretlerimizi yalanlayan topluluk, buna benzer! (Sen bu) kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
Ahmet Tekin : Sünnetimiz, düzenimizin yasaları içinde, irademizin tecellisine uygun olsaydı, elbette onu bu âyetlerimiz sayesinde yüksek mevkilere getirirdik. Fakat o, dünyada ebedîleşeceğini zannederek, mala ve zevke düşkünlüğü saplantı haline getirdi. Şahsî arzu ve ihtiraslarının peşine düştü. Onun ibret verici hali, tıpkı köpeğin haline benzer. Sen onun üstüne varsan da havlayarak saldırır, kendi haline bıraksan da havlayarak saldırır. Âyetlerimizi yalanlayan kavimler de aynen böyledir. Bu tür kıssaları iyice anlat. Düşünmelerine vesile olur.
Ahmet Varol : Biz dileseydik onu onlarla (o ayetlerle) yükseltirdik. Ancak o kendisini yeryüzünde sonsuza kadar kalacak sandı ve arzularına uydu. Onun durumu üstüne varsan da soluyan, kendi haline bıraksan da soluyan bir köpeğin durumuna benzer. Bu kıssayı anlat, olur ki düşünürler.
Ali Bulaç : Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.
Ali Fikri Yavuz : Eğer dileseydik, o kimseyi, bu âyetlerle iyiler derecesine yükseltirdik. Fakat o, aşağılığa saplandı ve hevâsına uydu. İşte bunun hâli, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. (bayağılık ve ızdıraptan kurtulamaz.) Âyetlerimizi yalanlıyanların hali işte böyledir. (Ey Rasûlüm) sen hâdiseyi kâfirlere anlat. Olur ki gereği gibi düşünürler.
Bekir Sadak : Dileseydik, onu ayetlerimizle ustun kilardik; fakat o, dunyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, ustune varsan da, kendi haline biraksan da, dilini sarkitip soluyan kopegin durumu gibidir. Iste ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali boyledir. Sen onlara bu kissayi anlat, belki uzerinde dusunurler.
Celal Yıldırım : Dileseydik onu âyetlerimizle yükseltir (kadrini yüce kılar)dık; ne var ki o maddeye yönelip aşağılığa bağlı kalmayı (tercih etti), hevesine uydu. Onun hali ve tutumu, üzerine varsan da kendi durumuna bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin haline benzer. İşte bu âyetlerimizi yalanlayan topluluğun misâlidir. Artık sen olayı onlara nakledip anlat, olur ki düşünürler.
Diyanet İşleri (eski) : Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
Diyanet Vakfi : Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.
Edip Yüksel : Dileseydik onu ayetlerimizle yükseltirdik. Fakat o, toprağa yapışmakta direndi ve hevesinin ardına takıldı. Onun durumu, üstüne varsan da bıraksan da dili dışarda soluyan huysuz bir köpeğin durumuna benzer. Ayetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu işte böyledir. Bu olayı aktar, olur ki düşünürler.
Elmalılı Hamdi Yazır : Eğer dilese idik biz, onu o âyetlerle yükseltirdik ve lâkin o, yere (alçaklığa) saplandı ve hevasının ardına düştü, artık onun meseli o köpeğin meseline benzer: üzerine varsan dilini salar solur, bıraksan yine dilini salar solur; bu işte âyetlerimizi tekzib eden o kavmin meseli, kıssayı kendilerine bir nakl eyle, gerektir ki bir düşünürler
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur, bıraksan yine dilini sarkıtıp solur. İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Ve eğer dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici hali o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler.
Fizilal-il Kuran : Eğer dileseydik bu ayetler aracılığı ile onun düzeyini yükseltirdik, fakat o yere saplandı kaldı. Onun durumu üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp hırlayarak soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu hikâyeyi onlara anlat, ola ki, üzerinde düşünürler.
Gültekin Onan : Eğer biz dileseydik, onu bununla (ayetlerimizle) yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar ki düşünsünler (yetefekkerun).
Hasan Basri Çantay : Eğer dileseydik onu bu (âyetler) le yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı, hevâsına uydu. Artık onun sıfatı o köpeğin haali gibidir ki üstüne varsan dilini sarkıtıb solur, yahud kendi haaline bıraksan yine dilini uzatıb solur. İşte âyetlerimizi yalan sayanlar güruhunun sıfatı budur. Artık sen (Habîbim) kıssayı (onlara) anlat. Belki iyice düşünürler.
Hayrat Neşriyat : Hâlbuki dileseydik onu onlarla (verdiğimiz âyetlerle) elbette yükseltirdik; fakat o, dünyaya meyletti ve nefsinin arzusuna uydu. İşte onun misâli, köpeğin misâli gibidir! Üzerine varsan da dilini çıkarıp solur, onu bıraksan da dilini çıkarıp solur! İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin misâli budur! Artık bu kıssayı (onlara) anlat; tâ ki düşünsünler.
İbni Kesir : Dileseydik onu, bununla yükseltirdik. Fakat o; yere saplandı ve hevesine uydu. Artık onun hali; o köpeğin hali gibidir ki, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin hali böyledir. Sen, kıssayı anlat. Belki düşünürler.
Muhammed Esed : İmdi, Biz eğer dileseydik, onu ayetlerimizle yüceltir, üstün kılardık: fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu (kışkırtılan) bir köpeğin durumu gibidir: öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. Bizim ayetlerimizi yalanmaya kalkan kimselerin hali işte böyledir. Öyleyse, bu kıssayı anlat, ki belki derin derin düşünürler.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve eğer Biz dileseydik onu o âyetler ile yükseltirdik. Fakat o dünyaya meyletti ve hevâsına tâbi oldu. Artık onun meseli, o köpeğin meseli gibidir ki, üstüne varırsan dilini çıkarır solur veya terketsen yine dilini uzatır solur. İşte bu, âyetlerimizi tekzîp eden kavmin meselidir. Artık sen kıssaları hikaye et, belki onlar düşünüverirler.
Ömer Öngüt : Dileseydik elbette onu bu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünüp ibret alırlar.
Şaban Piriş : Dileseydik onu ayetlerimizle yükseltirdik. Fakat o yeryüzünü ebedi zannetti, heveslerine tabi oldu. Onun misali, üzerine yürüsen de kendi haline bıraksan da dilini çıkartıp soluyan köpeğe benzer. Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali budur. Hikayeyi onlara anlat umulur ki düşünürler.
Suat Yıldırım : (175-176) Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lâkin o, dünyaya saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler.
Süleyman Ateş : Dileseydik elbette onu o âyetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür(öğüt alır)lar.
Tefhim-ul Kuran : Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek olan haberi onlara aktar. Umulur ki düşünürler.
Ümit Şimşek : Dileseydik, onu âyetlerimizle yüceltirdik. Lâkin o yere saplandı ve heveslerinin peşine düştü. Onun hali köpeğinki gibidir: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da yine dilini çıkarıp solur. Âyetlerimizi yalanlayan topluluğun hali işte budur. Bu kıssaları onlara anlat ki üzerinde düşünsünler.
Yaşar Nuri Öztürk : Dileseydik onu, o ayetlerle yüceltirdik. Ama o, yere saplandı, iğreti arzularına uydu. Onun durumu şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan dilini sarkıtarak solur, kendi haline bıraksan dilini sarkıtarak solur. Ayetlerimizi yalanlayan toplumun örneği işte budur. Bu hikayeyi anlat ki düşünüp taşınabilsinler.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 1.11.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205206

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
94.462