A'RÂF-100

Anasayfa » A'RÂF Suresi » A'RÂF-100
share on facebook  tweet  share on google  print  

A'RÂF-100

"A'RÂF Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<7/A'RÂF-100>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاء أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَنَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ

E ve lem yehdi lillezîne yerisûnel arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ yesme’ûn(yesme’ûne).

Ve de onun (o ülkenin) halkından sonra, yeryüzüne varis olanları hidayete erdirmez mi? Eğer dileseydik günahları sebebiyle onlara (musibetler) isabet ettirirdik. Ve kalplerinin üstünü tabederdik (açılamaz damga vururduk) de artık onlar işitmezlerdi.  
1. e ve lem yehdi : ve hidayete erdirmez mi
2. li ellezîne : o kimseleri
3. yerisûne el arda : yeryüzüne varis olurlar
4. min ba'di : ...den sonra
5. ehli-hâ : oranın halkı, ehli
6. en lev neşâu : eğer dilemiş olsaydık
7. esab-nâ-hum : onlara isabet ettirdik, cezalandırdık
8. bi zunûbi-him : günahları sebebiyle
9. ve natbeu : ve mühürleriz, tabederiz
10. alâ kulûbi-him : kalplerinin üzerini
11. fe hum : böylece onlar
12. lâ yesmeûne : işitmezler

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ, bir ülkede hidayete ermeyecek olanları, hidayete ermek konusunda gayret sahiplerini engelleyenleri, onlara açık ve kesin bir şekilde zulmedenleri, küfrü ve şirki hakim kılmak isteyenleri, hilesiyle, ansızın bir fırtınayla, bir taş yağmuruyla, taş haline getirerek yok eder. Allahû Tealâ, burada iki grup arasında neticeler açısından bir değerlendirme yapmıştır. Yeryüzünde Allah'a isyan edenler, yok edilmişlerdir. Sonra varis olanlar o beldenin, o halkın, o kavmin resûlü ile ona tâbî olanlardır. Bu insanlar, Allah'ın hidayete erdirmeyi dilediği, hidayete erecek olan, Allah'a ulaşmayı dileyen, kurtulmayı hakedenlerdir. Bunlar birinci grupta olanlar, Allah helâk ettikten sonra yeryüzüne varis olanlardır. Onları hidayete erdirecektir. Diğerleri ise kalplerinde mühür olan, Allah'ın helâk ettikleridir.

Bu âyet-i kerime, kalp şartları açısından bir açıklama getirmektedir. Allahû Tealâ, hidayete eren insanlardan ve bu insanların kalplerinin tabedilmesinden yani onların fıska düşmelerinden bahsetmektedir. Artık onların işitmesi de imkânsız hale geldiği için kurtuluşları mümkün değildir. Allahû Tealâ, onlara yeni bir kurtuluşu nasip kılmaz. Allahû Tealâ, kalplerinde hayır gördüğü insanlara; kalplerinde zeyg olmayanlara, kalplerinde maraz olmayanlara, isyan etmeyenlere, başkalarına kötülük etmek için yaşamayanlara yani hayatlarının gayesi, başkalarına kötülük etmek olmayanlara, yardımcı olur. Allahû Tealâ, o insanların etrafında öyle olaylar vücuda getirir ki; bu insanlar, Allahû Tealâ tarafından Allah'a ulaşmayı dileyecek noktaya ulaştırılır. Ve kendi iradeleriyle Allah'a ulaşmayı dilerler. Allah onlara 12 tane ihsanda bulunur. Eğer sağ iseler mutlaka mürşidlerine ulaştırır. Ve mutlaka ruhları vücutlarından ayrılıp 21. basamakta Allah'a ulaşır. Davranış biçimleri 3. basamaktan 22. basamağa kadar teminat altındadır. Allahû Tealâ tarafından hidayete mutlaka erdirileceklerdir.

22. basamakta Allah'ta fani olurlar yani kurtuluşa ulaşırlar. Bu, Allah'ın kanunudur. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi mutlaka hidayete erer, mutlaka ruhunu Allah'a ulaştırır. O noktaya kadar şeytanın onlara tesiri mümkün değildir. Ama hidayete erdikten sonra Allah'ın sözü yerine gelmiştir ve kişi serbesttir.

Bu noktadan itibaren kişide irşad makamına karşı, kavmin resûlüne karşı, devrin imamına veya Kur'ân âyetlerine karşı bir şüphe oluşabilir. Şeytan bu şüpheyi oluşturmak için herşeyi yapar. Allahû Tealâ bu şüpheyi görür. Şüphenin o kişinin kalbine yerleşmesi halinde, ondaki bütün ni'metleri geri alır: Kalbin içindeki îmân kelimesini alır, yerine küfür kelimesini yazar, kalbi tekrar mühürler. Ve kişi tekrar başlangıç noktasına geri döner, dalâlette olan birisi olur, kâfir hüviyetine ulaşır. Ancak bu kişinin tekrar hidayete erme hakkı vardır.

Bir gün yeniden 12 tane ihsanı alarak, 7 tane ni'metten sonra tekrar hidayete erer. Şeytan bu noktada da müdahale edemez. Hidayet başladığı andan itibaren sonuna kadar mutlaka Allahû Tealâ tarafından götürülür, kişi hidayete erer.

Bu kişi, hidayetten fıska düşerken Allah, onun kalbini mühürlemiştir. Tekrar hidayet üzere olunca tekrar kalbini açar, küfür kelimesini alır, îmân kelimesini yazar. Kişi ikinci defa hidayete erer. İşte tehlikeli olan bu noktadan sonrasıdır. İkinci defa hidayete erdikten sonra kişi, irşad makamından şüpheye düşerse, Allahû Tealâ bu yerleşmiş şüpheyi mutlak olarak tespit eder. Ve o kişiyi, başlangıç noktasına geri döndürür ama bu sefer kalbini tabeder.

Kalbin tabedilmesinin çok önemli bir sonucu vardır. Kişi artık işitmez, Allah ona artık işittirmez. Yani kişinin üçüncü defa kurtuluş ümidi yoktur.

Kişiler Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir.

Hidayete ermişlerdir. (Bütün insanlar, başlangıçta fıskta oldukları için bu, fısktan sonra birinci hidayettir.)

Hidayete erdikten sonraki fıska düşüş, ikinci fısktır.

Yeniden hidayet tahakkuk ederse ikinci hidayet yaşanır.

Arkasından kişi, irşad makamından şüpheye düşerse üçüncü fıska düşer.

Allahû Tealâ, üçüncü fıskta o kişinin kalbini tabeder.

Allahû Tealâ'nın kalbi mühürlemesi başka şeydir. Allahû Tealâ, başlangıçta kişi Allah'a ulaşmayı dileyip de, mürşidine ulaştığı zaman kalbinde hatem olan, mühür olan kişinin kalbini Allahû Tealâ her zaman açar. Allahû Tealâ, ancak üç defa fıska müsaade ettiği için üçüncü bir hidayet yoktur. Dolayısıyla dördüncü fısk olması mümkün değildir. Bu sefer Allahû Tealâ kalpleri mühürlemez, tabeder. Kalpler üzerine damga vurur, kalplerin bir daha işitmesine, idrak etmesine mani olur. Yani ondan sonra o kalpten, bir daha ekinnet alınamaz. Ekinnetin çıkması, içine ihbat konması mümkün değildir. Kalbindeki tabba paralel olarak, o kişinin kulaklarına öyle bir şekilde vakra konulmuştur ki; o kişi işitemez.

Kur'ân-ı Kerim'deki kalp âyetlerinin en önemlisi, kalplerin tabedilmesidir. Kalbin tabedilmesi öyle bir olaydır ki; artık kişinin kurtuluşu mümkün değildir. Yani o kişi artık işitmeye ehil olamaz. Allah'ın kalbin mührünü açması, kalbin içindeki küfür kelimesini alması, kalbin içine îmânı yazması söz konusu değildir, mümkün değildir. Tabb, bunların hepsini engelleyen bir faktördür. İnsanların kalplerinin tabedilmesi Allah'ın engelidir. Tabetmek sadece mühürlemek değil, öyle bir tesir koymaktır ki, artık açılamaz. Allahû Tealâ, kalpteki mührü iki defa açtıktan sonra oraya bir nevi açılamaz bir kilit vurur. Allahû Tealâ, öyle güçlü bir engel koyar ki; o engelin kaldırılması mümkün değildir.

Öyleyse tabetmek, mühürlemenin ötesinde; kalbi açılamaz bir şekilde kapatmaktır. Mühürlemek ya da damgalamak değil, daha ötede açılamaz bir damga vurmaktır. O andan itibaren artık işitmeleri kesin olarak engellenir.

Tabetmek, baskı demektir. Matbaalarda basılan herşey tabedilmiştir. Ama böyle bir tabedilmenin kalpteki işlevinde son derece önemli bir faktör vardır. Eğer Allahû Tealâ, tabb kelimesini kullanıyorsa, artık o kalbin açılması mümkün değildir. Tabb, bu standartlar içinde bir engeldir. O kişi hayatı boyunca işitemez, davete icabet edemez. Etmiş olsaydı, kalbin mührü açılamazdı. Zaten kalbin mührünü açacak olan Allah olduğuna göre tabettiği mührü, tabettiği kalbi Allahû Tealâ'nın açması hiçbir zaman mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'de: “Onların kalplerinde Allah hayır görseydi, onlara işittirirdi.” buyuruyor.

Allah kalplerinde hayır görmediği birisine işittirseydi bile onlar, mutlaka iki defa fıska düşeceklerdi. İki defa hidayetten düşeceklerdi. Yani üçüncü fıska mutlaka ulaşacaklardı. Allahû Tealâ, kalplerinin üstünü tabedecekti, açılamaz bir damga vuracaktı oraya.

Bu âyet-i kerime, üçüncü fıskın temelini oluşturur. Artık ümitsiz bir vaka vardır. Bu kişinin bir daha hidayete ermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Kişi iki tane hidayet hakkını kullanmış ve sonunda kendisini mahvetmiştir. İblis sebebiyle dalâlete düşmüştür, bir daha kurtulması mümkün değildir.

7/A'RÂF-100

7/A'RÂF-100

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Ve de onun (o ülkenin) halkından sonra, yeryüzüne varis olanları hidayete erdirmez mi? Eğer dileseydik günahları sebebiyle onlara (musibetler) isabet ettirirdik. Ve kalplerinin üstünü tabederdik (açılamaz damga vururduk) de artık onlar işitmezlerdi.
Diyanet İşleri : Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar hakkı işitmezler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Oralarda yaşayanların helâkinden sonra mîraslarına konarak yurtlarını elde edenler, hâlâ anlamazlar mı ki dilersek, suçları yüzünden onları da musîbetlere uğratırız ve kalplerini mühürleriz de işitmezler.
Adem Uğur : Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
Ahmed Hulusi : Helâk olan toplumun mirasçısı olan halk (hâlâ) şu gerçeği fark etmedi mi: Eğer dilesek onların suçları yüzünden onlara musîbetler isâbet ettirir, kalplerini mühürleriz (bilinçlerini kilitleriz) de artık onlar algılayamazlar!
Ahmet Tekin : Önceki sahiplerinin helâkinden sonra yeryüzüne vâris olanlara, yaşadıkları ülkelerin ibretlerle dolu tarihleri, kâfi derecede aydınlatıcı bilgiler vermedi mi? Eğer bizimsünnetimiz, düzenimizin yasaları içinde, irademizin tecellisine uygun olursa, onları da günahlarından dolayı musibetlere, belâlara uğratırdık. Biz onların kafalarını, kalplerini anlayışsız hale getiririz de, onlar bu tür bilgiler için duyma kabiliyetlerini bile kullanamazlar.
Ahmet Varol : Eski halkından sonra yeryüzüne varis olanlarca şu husus anlaşılmadı mı ki, biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibete uğratırdık ve kalplerine mühür vururduk da, artık bir şey duymazlardı.
Ali Bulaç : (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
Ali Fikri Yavuz : Yeryüzünün eski sahipleri azabla helâk olduktan sonra, yeryüzüne varis olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki, eğer biz dilemiş olsaydık, öncekiler gibi, bunlara da günahlarının cezasını verirdik. Fakat biz kalblerinin üzerlerini mühürleriz de, onlar, gerçeği işitmezler.
Bekir Sadak : Kalblerini kapatip muhurleriz de birsey duymazlar.
Celal Yıldırım : Önceki yerlilerinden sonra yeryüzüne vâris olanlar şu gerçeği hâlâ anlayamadılar mı ? Dilemiş olsaydık onları da günahları karşılığında felâkete uğratır ve kalbleri üzerine mühür basardık. (Böylece) işitmez ve anlamaz duruma gelirlerdi.
Diyanet İşleri (eski) : Kalblerini kapatıp mühürleriz de birşey duymazlar.
Diyanet Vakfi : Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
Edip Yüksel : Önceki nesillerin yerine yeryüzüne varis olanlara belli olmadı mı ki, eğer dilesek onları da günahlarıyla cezalandırarak kalplerini mühürleriz de işitemezler.
Elmalılı Hamdi Yazır : Halâ irşad etmedimi o, eski sahiblerinden sonra bu arza vâris olan kimseleri, şu hakıkat ki eğer dilemiş olsak onların da günahlarını başlarına çarpardık? Fakat kalblerinin üzerini tabı' eder mühürleriz de onlar hakkı işitmezler
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Eski sahiplerinden sonra bu toprağa varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer dilemiş olsaydık onların da günahlarını başlarına çarpardık! Kalplerinin üzerini mühürleriz de onlar gerçeği işitmezler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
Fizilal-il Kuran : Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?
Gültekin Onan : (Bütün bunlar) Ehlinden sonra yeryüzünde mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
Hasan Basri Çantay : (Evvelki) saahiblerinden sonra yer yüzüne vâris olanlara haalâ şu (hakıykat) belli olmadı mı ki eğer biz dileseydik onları da günâhlarından dolayı musıybetlere uğratırdık. Biz onların kalbleri üzerine mühür basarız. Binâen'aleyh (hakıykatı) işitmezler.
Hayrat Neşriyat : (Eski) sâhiblerinden sonra yeryüzüne vâris olanları hâlâ (şu hakikat) yola getirmedi mi ki; eğer dileseydik, kendilerini günahları yüzünden musîbete uğratırdık. Hem(biz) onların kalblerini mühürleriz de onlar (nasîhati) işitmezler!
İbni Kesir : Sahiplerinden sonra, yeryüzüne varis olanlara besbelli değilmidir ki; eğer Biz, dileseydik onları da günahlarından dolayı cezalandırırdık. Ve onların kalbleri üzerine mühür basarız da bir şey duymazlar.
Muhammed Esed : Öyleyse, önceki kuşakların izinden yeryüzüne varis olanlar için (şu gerçek) hala ortaya çıkmadı mı, eğer dileseydik kendi günahları yüzünden onları (da) pekala çarpabilirdik; hem de (hakikati) işitmesinler diye kalplerine mühür basarak!
Ömer Nasuhi Bilmen : Yere kadim ahalisinden sonra varis olacaklar için tebeyyün etmedi mi ki, eğer Biz dilemiş olsak onları da günahları sebebiyle musibetlere uğratırdık ve kalblerini mühürlerdik de artık onlar işitemezlerdi.
Ömer Öngüt : Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki; eğer biz dileseydik, onları da günahlarından dolayı cezalandırırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de, artık hiç işitmezler.
Şaban Piriş : Oranın halkından sonra yeryüzüne varis olanlara belli olmadı mı? Ki eğer istersek günahlarıyla birlikte yakalarız, yok ederiz, kalplerini de damgalarız da işitmezler.
Suat Yıldırım : Önceki sahiplerinden sonra dünya mülküne vâris olanlar hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer dilemiş olsaydık kendilerini de günahları sebebiyle musîbetlere uğratırdık?Fakat biz kalplerini mühürleriz de onlar işitmez, anlamaz hâle gelirler.
Süleyman Ateş : (Geçmiştekilerin başlarına gelenler), sâhiplerinden sonra şu toprağa vâris olanları yola getirmedi mi (hâlâ anlamadılar mı) ki biz dilesek, kendilerini de günâhlarıyle cezâlandırırız ve kalblerini mühürleriz, artık hiç işitmezler.
Tefhim-ul Kuran : (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme (ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
Ümit Şimşek : Daha önceki ahalisinden sonra yeryüzüne vâris olanlara Allah şunu bildirmedi mi ki, Biz dilersek onları da günahları yüzünden felâketlere uğratırız? Fakat Biz onların kalplerini mühürlüyoruz da onlar işitmez oluyorlar.
Yaşar Nuri Öztürk : Tüm bu olanlar, eski sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanlara şunu göstermedi mi: Dilersek onları günahları yüzünden belaya çarptırırz, kalpleri üzerine mühür basarız da artık söz dinleyemez olurlar.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 2.11.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205206

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
94.456