Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

İslam’da Hüsranda olmak kavramı

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » İslam’da Hüsranda olmak kavramı
share on facebook  tweet  share on google  print  

İslam’da Hüsranda olmak kavramı

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

İslam’da Hüsranda olmak kavramı

Bir Allah Dostunun Önünde Tövbe Ederek

Hüsrandan Kurtulabiliriz.

Dini kavramları irdelemeye, verilmek istenen mesajları en iyi şekilde algılamak için bunları incelemeye devam ediyoruz. Bu gün Kur’ânı Kerimde çok geçen “Hüsranda olmak” kavramını açmak istiyorum. Bu ne demektir. TDK. Bu kavramı, “Ümit edilen sonucun elde edilememesi sebebi ile üzülmek acı çekmek.” Şeklinde açıklıyor. Halkımız “Hüsrana uğramak veya hüsrana düşmek” deyimlerinin ikisini de aynı manada kullanılır. Biz bu dini kavramı, Allah’ın hangi manada kullandığını öğrenmek istiyoruz. Bunun için, Asr suresini inceleyelim.

103/ASR-1: Vel asr(asri). 103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr (husrin).

Asra yemin olsun. Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.

103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr (sabrı).

Ama âmenû olanlar nefs tezkiyesi yapanlar, Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler hariç.

İmamı Şafi Hazretlerinin kur’ânın özeti şeklinde nitelendirdiği bu ayette, Allahû Teâlâ, asra yemin ederek hüsranda olmayanların özelliklerini veriyor. Bunlar, Âmenû olmak, Nefis tezkiyesi yapmak, Hakkı ve Sabrı tavsiye etmek olarak, sıralanıyor. Bu özelliklerden birini taşıyanın kişinin hüsrandan kurtulduğu anlaşılıyor. Onun için, bu dört özelliğin ne olduklarına, bunlara nasıl sahip olunduğunu öğrenelim.

1-Âmenu olmak.

Âmenû olmak, kutsal kitabımızda çok geçer. Piyasada satılan meallerde inanmak. İman etmek olarak açıklanır. Yukarıdaki ayette, bu kavrama daha özel bir anlam verildiği anlaşılıyor. Çünkü Âmenû olan kişi hüsrandan kurtuluyor. Bakara-257. Ayette, “Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır.” Deniliyor. Şu ayeti de inceleyelim.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

Yukarıdaki ayette, Kim tövbe eder, mü’min olur. Salih amel (Nefs tezkiyesi) yaparsa günahları sevaba çevrilir. Deniliyor. Kur’ânın açıklamasını yazan müfessir, hocamız bu tövbenin alelade bir tövbe değil, bir Allah dostu (Mürşit) önünde yapılan tövbe olduğunu söylüyor. O zaman tövbe edenin günahlarının sevaba çevrileceği müjdesi veriliyor. Buradan müşit önünde tövbe eden kişinin âmenû olduğunu öğreniyoruz. Böylece yukarıda belirtildiği gibi âmenû olan kişi aynı zamanda nefsi tezkiye yapan olduğu anlaşılıyor.

2-Nefis tezkiyesi (Salih Amel) yapanlar.

İncelediğimiz ayette, Mümin olan şahsın, Salih amel (Nefs tezkiyesi) yapması halinde, günahlarının sevaba çevrileceği anlatılıyor. Bu ne büyük bir mükâfattır. Günahların af edilmesinin ötesinde bir de sevaba çevrilmesi çok büyük bir mükafat. Bu güzelliğin kökeninde mürşit önünde tövbe edip, âmenû olmanın yattığı anlaşılıyor. Mürşit önünde tövbe eden kişi zikir yaptıkça, Allahtan gelen rahmet ve fazıl nurları, nefsinin kalbindeki afetleri kapı dışarı yapıp, fazıl nurları ile dolduruyor. (Nur-21). Bu olay Salih amel diye bilinen, nefs tezkiyesi oluyor.

3-Hakkı Tavsiye etmek.

Nefsimizin afetlerinden arınması % 51’e ulaştığında ruhumuz Allah’a ulaşıp, teslim oluyor. İslam’ın teslim dini olmasının hikmeti budur. Ruhumuz sahibi olan Allah’a ulaşıyor. Nefsimiz afetlerinden %51 oranda temizlendiği için, iblisin etkisi aynı oranda azalıyor. Kişi aynı oranda dünya mutluluğunu yaşamaya başlıyor. Kişi ruhunu Allah’a teslim edince yaşadığı güzellikler sebebi ile çevresini de hakkı(Allah’a teslimiyet)tavsiye etmeye başlıyor.

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).

Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Âmenû olan kişinin nefs tezkiyesi yaptıktan sonra, Ruhunu teslim edip, bunu diğer insanlara da tavsiye etmesi hakkı tavsiye etmektir. Allahû Teâlâ, bu günü hak günü olarak vasıflandırıyor. (Nebe -39.)

4-Sabrı tavsiye etmek.

Âmenû olan kişi, nefs tezkiyesi yapıp ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra da zikrini artırmaya devam eder. Nefsinin afetleri, % 80’ne ulaştığında fizik vücudunu, %100 arınma meydana geldiğinde de daimi zikre ulaşarak, sabrın sahibi oluyor. (Secde 24.) Çevresine sabrı tavsiye etmeye (İrşada) başlar. (Beled-17.)

Görüldüğü gibi hüsrandan kurtulmanın yolu Allah’a yönelip, ruhen ona ulaşmayı dilemekle başlıyor. Sonra bir Allah dostunun önünde, günahlarımız için tövbe ettiğimizde âmenû olup, hüsrandan kurtuluyoruz. Nefis tezkiyesi başlıyor. Dünya saadetine ulaşıyoruz. Çevremizi de Allah’a davet ediyoruz. Allah yolunda sebat ettikçe sabra ulaşıp, başkalarını da bu güzellikleri yaşamaları için tavsiye ediyoruz. İşte İslam (teslim dini) budur.

3/ÂLİ İMRÂN-85: Ve men yebtegi gayrel islâmi dînen fe len yukbele minh, ve huve fîl âhireti minel hâsirîn.

Ve kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, o taktirde kendisinden asla kabul edilmez ve o, ahirette "hüsranda olanlar" dan olur.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

Yukarıdaki ayetlerde, ezelden ebede, kayyum dininin (İslam) teslim dini olduğu bildiriliyor. İnsanlar, iblis ve nefislerinin etkisi ile Allah’ın bu ayetlerini inkâr etmeleri halinde geçmiş amelleri hasara uğruyor. (Bakara-167). Hüsrana düşenlerden oluyor. Bu kişilerin daha önce yaptıkları amelleri de Allah katında geçersiz oluyor.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ (veznen).

İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Bu durum kişinin manevi olarak iflas etmesidir. Bu duruma düşmemek için hemen Allah’a ulaşmayı dileyip, hacet namazı ile Allah’tan mürşidimizi sorup, onun önünde günahlarımız için tövbe etmeliyiz. Sonra, Allah’ın zikri ile Nefsimizi afetlerinden arındırıp dünya ve ahiretimizi kurtarabiliriz.

91/ŞEMS-10: Ve kad hâbe men dessâhâ.

Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.

İblis nefsimizin afetlerini etkileyerek, günah işlememize sebep oluyor. Bu sebeple Kutsal kitabımızın birçok ayetinde âmenû olup, Salih amel (Nefis tezkiyesi) yapanların kurtuluşa ulaşacakları bildirilmektedir. Onun için Allah’a yönelip, dünya hayatında Ruhen ona ulaşmayı dilemeliyiz. Aksi halde hüsrana düşenlerden oluyoruz.

7/A'RÂF-9: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû biâyâtinâ yazlimûn (yazlimûne).

Ve kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini hüsrana düşürmüş olanlardır.

Allah kendisine yönelen kulunu hidayete (kendisine) ulaştırıyor. Bu arada hidayetin ruhen Allah’a ulaşmak olduğu anlaşılıyor. Aksi halde delalette kalıyoruz. Dünya ve ahiret saadetini kaybediyoruz.

7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).

Allah kullarını çok seviyor. Onların dünyada mutlu olmalarını ve ahirette de kendileri için hazırladığı cennetine almak istiyor. Bunun için ne yapılmasının gerektiğini anlatan kitaplarını ve bu kitapların öğretmenleri olan Nebi resullerini, onların olmadığı zamanlarda, veli resullerini her zaman ve dönemde görevlendirmiş. Bize düşen iş, Allah’a yönelip, bir Perşembe akşamı hacet namazı kılarak, kur’ân öğretmenini Allah’tan sormak. Onun rehberliğinde hüsrandan kurtulup, hidayete ulaşmak. Bu vesile ile okuyucularımızın üç aylarını ve Regaip kandillerini kutlarım. Bu mübarek günlerde, Allah’a yönelip kurtuluşa ulaşmalarını dilerim. İns. 29.Ocak. 2022

lutfitümtürk@hotmail.com         Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : Lütfi TÜMTÜRK
Tür : Diğer Tarih : 1.02.2022
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
31.672