Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

Mağfiret Kavramı Günahların sevaba Çevrilmesi

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » Mağfiret Kavramı Günahların sevaba Çevrilmesi
share on facebook  tweet  share on google  print  

Mağfiret Kavramı Günahların sevaba Çevrilmesi

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

Mağfiret Kavramı

Günahların sevaba Çevrilmesi

Kutsal kitabımızı daha iyi anlayabilmek için, burada kullanılan bazı kavramları incelemeye devam ediyoruz. Bu gün Mağfiret kavramını açmaya çalışalım. Mağfiret Arapça bağışlanma, af edilmek anlamındadır. İnsanlar yanlış bir şey yaptıklarında, Allah’tan af ve mağfiret talep edilir. (Bakara 286) Allah af ve mağfiret edicidir. (Haç-60 ) Burada aynı anlamdaki iki kavramın yan yana gelmesi kimseyi şaşırtmamalı.  Günahların af edilmesi, olumsuz kayıtların örtülmesini ifade ediyor. Günahlar örtülünce yok hükmünde oluyor. Mağfiret edilme işlemi ise, aynı günahların ikinci defa af edilmesi olduğunu görüyoruz. Bu işlem Furkan-70. Ayette, açıklanan günahların sevaba çevrilmesi şeklinde olduğunu görüyoruz. Şimdi bu hususu kur’ân ayetleri ile anlatmaya çalışalım.

46/AHKÂF-31: Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm (elîmin).

“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.”

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).

“Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz'e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.”

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

“Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).”

Yukarıdaki ilk ayette görüldüğü gibi, Allah’ın davetçisinin çağrısına icabet eden kişinin günahları önce bağışlanıyor. Sonra ikinci defa af edilme işlemi, yani mağfiret ediliyor. Diğer ayette, davetçiye tabi olan kişi af ve mağfiret talep ediyor. Furkan-70. Ayette de, Mürşit önünde tövbe edenlerin günahlarının sevaba çevrileceği anlatılıyor. Görüldüğü gibi mağfiret, tövbe ile günahların bağışlanması, yani af edilme işleminin ötesinde büyük bir ikramiyedir. Bunun tasavvufi açıklanması günahların ikinci defa af (mağfiret) edilmesidir.

Tövbe çeşitleri :

Yaratıcımız olan Allahû Teâlâ’dan günahlarımızın bağışlanması için yapılan tövbe, üç çeşittir.

1-Tövbelerin ilki, günahlarından pişman olan Müslüman’ın, her zaman yapabileceği alelâde tövbe talebidir. Allah kulunun pişmanlık ve samimiyet derecesine göre isterse bağışlar veya bağışlamaz. Bunun garantisi yoktur.

2-İkinci olarak kişi günahları için pişman olmuştur. Allah’ın bir davetçisini işitip, davetçi önünde bu pişmanlığını belirtip, davetçiye tabi olurken yaptığı tövbedir. Yukarıdaki Furkan-70. ayette bunun garantisi verilerek, günahlarının mağfiret edilerek sevaba çevrileceği açıklanıyor.

3-Üçüncü olarak, Tahrim-8. Ayette ifade edilen Nasuh tövbesidir. Bu tövbe Allah yolunda olan kişinin, bu yolda belli mesafe aldıktan sonra, Allah’ın daveti ile yapılan tövbedir. Tasavvufi anlamda bozulması mümkün olmayan tövbedir. Kişi Allah yolunda Nefsini afetlerinden arındırmış. Artık iblis onu olumsuz tesir edememektedir. Bu sebeple kişi çevresinde meydana gelen olaylardan etkilenip, günah işlemez. Görüldüğü gibi bu tövbe sıradan kişilerin yaptığı tövbe değil, Allah’a dost olmuş, evliyaların yaptığı tövbedir. Allah yolunda büyük fedakârlık gerektiren bu yöntem de herkese açıktır.

 

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

Yukarıdaki ilk ayette, Günahların örtülüp, mağfiret edilmesinin kişinin takva sahibi olmasına bağlı olduğunu anlıyoruz. Diğer ayette ise, Allah’a yönelip (ona ulaşmayı dileyenlerin) takva sahibi oldukları bildiriliyor. Aksi halde müşrik olarak kalmaya mahkûm oluyoruz. Taha-123. Ayette de, Allah’ın hidayetçisine tabi olanların dalaletten kurtuldukları anlatılıyor. O zaman, bu hidayetçinin mağfiret olayı ile bir ilgisi olduğu anlaşılıyor.

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ.

Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka bir şey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Lütfen şu ayeti dikkatle inceleyelim. Nefislerine zulmeden günahkârlar. Bir Allah dostu (hidayetçi) önünde tövbe edip, mağfiret diliyor. Allah diyor ki, resul (Eli öpülen hidayetçi) de tövbe ederse, iki tövbenin de kabul edileceği bildiriliyor. İşte bu olay (Eli öpülen Allah dostunun, tabi olan için dua etmesi) şefaattir. Bu husus (şefaat olayı) maalesef yanlış bilinmiyor. Bunu önceki yazılarımızda defalarca açıklamaya çalıştık. Çok önemli olduğu için bir defa daha yazalım. Hz. Peygamberimiz, Kızı Fatma validemize, ahiret’te senin için bir şey yapamam diyor. (Bakara48). Şefaat olayı dünya hayatında, rehber edindiğimiz Allah dostu (veli resul, Mürşit)’in  bizim için Allahtan bağışlanma dilemesidir. Bu talep üzerine Allah, kişinin günahlarını bir kere daha af ediyor. Bu mağfiret olayı günahların sevaba çevrilmesidir. Bu olay kişin hayatında aldığı en büyük ikramiyedir.

Allah kimleri mağfiret etmez.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ (baîden).

Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşitlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ (tarîkan).

Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (Başkalarını, mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları) Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ.

Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.

Görüldüğü gibi Allah inkâr edip, insanları irşat etmekle görevlendirdiği dostlarını rehber kabul edip, tabi olmayanları ve Müminlerin kendilerini kurtaracak insan kabul ettikleri veli resul veya mürşit’e tabiiyetlerini engelleyenleri, mağfiret etmeyeceği bildiriliyor. Onlar delâlette kalıp cehenneme mahkûm oluyorlar. Bir de Allah yoluna girdikten sonra, şeytan ve nefsinin afetlerine uyup, yoldan çıkan kişilerin de mağfiret edilmeyeceği anlaşılıyor. Bu hususunu açıklayan şu ayeti de inceleyelim.

 

3/ÂLİ İMRÂN-90: İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn (dâllûne).

Muhakkak ki, îmân ettikten sonra inkâr edenlerin ve sonra da küfürlerini artıranların, onların (üçüncü defa fıska düşenlerin) tövbeleri asla kabul edilmez. Ve işte onlar, dalâlette olanlardır.

Müslüman kişi, bir Allah dostuna tabi oluyor. Sonra iblis ve nefsine uyup yoldan çıkıyor. Hatasını anlayıp tekrar yola giriyor. Tekrar tövbe ettikten sonra, bir daha yoldan çıkarsa, artık o kişinin kurtuluş imkânı kalmıyor. Çünkü ilk tövbesi ile fısktan kurtulmuştu. İkinci tövbesi ile bir defa daha kurtuluyor. Bundan sonra yoldan çıkması üçüncü fısk oluyor. Yukarıdaki ayette, bu kişilerin tövbelerinin asla kabul edilemeyeceği bildiriliyor. Üçüncü fısk, zayıf bir ihtimal olsa da, demek ki olabiliyor. Allah bütün Müslümanları böyle bir afetten korusun.

3/ÂLİ İMRÂN-90: İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn(dâllûne).

Muhakkak ki, îmân ettikten sonra inkâr edenlerin ve sonra da küfürlerini artıranların, onların (üçüncü defa fıska düşenlerin) tövbeleri asla kabul edilmez. Ve işte onlar, dalâlette olanlardır.

Sevgili okuyucularım. Bir hususu daha yazmadan geçmek istemiyorum. İnsanlarımızın çoğunluğu, “Ben İslam ülkesinde yaşayan bir Müslüman’ım. Günahkâr olarak ölsem de, cezamı çektikten sonra cennete gideceğim.” Şeklinde düşünüyor. Bu kanaat insanlarımızı rehavete sürüklüyor. Bu kişiler iman sahibi olabilir. Fakat Allah’a yönelip, ona ulaşmayı dilemedikleri için zayıf imanları onları kurtaramıyor. Bu hususun açıklandığı inceleyelim.

 

40/MU'MİN-85: Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ reev be’senâ, sunnetâllahilletî kad halet fî ibâdih(ibâdihî), ve hasire hunâlikel kâfirûn(kâfirûne).

Şiddetli azabımızı gördükleri zaman artık onların îmânı, onlara bir fayda vermedi. Allah'ın, kulları hakkındaki gelip geçen sünneti (kanunu) budur. Kâfirler orada hüsrana uğradılar.

Görüldüğü gibi bu günahkârların da imanları var. Ancak, Atalarımızdan bize intikal eden taklidi iman kişiyi kurtarmıyor. Rabbimiz emirlerini yaşıyor muyum. Diye zaman zaman kendimizi sorgulamalıyız. Böylece tahkiki imana ulaşıp, dünya ve ahiretimizi kurtarabiliriz. Bu düşünceler ile konumuzu tamamlamak istiyorum.

20.8.2022

lutfitumturk@hotmail.com                                                                                Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : Lütfi TÜMTÜRK
Tür : Diğer Tarih : 22.08.2022
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
31.670