Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

İslam Hukukunda Problemlerim Çözümü Farklı uygulamalar

Anasayfa » Güncel Olayların Yorumları » İslam Hukukunda Problemlerim Çözümü Farklı uygulamalar
share on facebook  tweet  share on google  print  

İslam Hukukunda Problemlerim Çözümü Farklı uygulamalar

"Güncel Olayların Yorumları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

İslam Hukukunda Problemlerim Çözümü

Farklı uygulamalar

İslami hayat yaşanırken bazı sorunlar ile karşılaşılması olasıdır. Aile içinde, sosyal çevremiz ile ilişkilerde bazı problemler ile karşılaşabiliriz. Bunların çözümü için nasıl bir yol izlemek gerekir. Bu konuda hangi kaynaklara başvurulmalıdır. Bu konuda genel bir ittifak olmasına karşın, farklı düşünenler var. Onun için bu yazımızda konu ile ilgili bilgi ve görüşlerimizi okuyucularımız ile paylaşmak istedik.

Problemlerim çözümünde İslam hukukunda izlenen yöntem şudur. Kaynak olarak önce Allah kelâmı olan kutsal kitabımıza başvurulur. Yüce rabbimiz Enam suresi-38. Ayette, “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Buyurmaktadır. Sorunlarımızın çözümünü Kitabımızda bulunması muhtemeldir. Ancak, burada bir işaret bulunmaz ise,  Hz. Peygamberin hadisi ve uygulamalarına bakılacak. Burada da bir çözüm bulunamaz ise “İcma-ı Ümmet” Mümin çoğunluğunun ittifakına bakılacak. Burada da bir işaret bulunamaması halinde “Kıyas-ı Fukuhâ” Fıkıhçıların ittifakı ile çözüm bulunması gerekiyor. Konu çok önemli olduğu için problemlerin çözümünde uygulanacak kaynakları kısaca tekrar sıralayalım.

1-       Kur’ânı Kerim,                    = Kutsal kitabımız olan Kur’ânı Kerimdeki çözüm yolları,

2-       Hz. Peygamberin sünneti = Hz. Peygamberin emir, tavsiye ve konu hakkındaki söz ve uygulamaları,

3-       İcmay-ı ümmet,                 = Mümin toplumunun konu ile ilgili benimsediği çözüm yolları,

4-       Kıyas-ı Fukuha                    = İslam Hukukçularının (Kıyas yolu ile ) ittifak ettikleri çözüm yolları,

 

Bir problemin çözümünde kutsal kitabımızda bir çözüm şekli varsa, diğer kaynaklara asla bakılamaz. Çözüm bulunamaz ise, İkinci kaynak olan Hz. Peygamberin Sünneti ile çözüme ulaşılır. Hadis kaynaklarında konu ile ilgili bir çözüm yolu bulunamadığı hallerde, diğer çözüm yollarına sıra ile başvurulması gerekmektedir. Bu uygulama Kur’âna ve Hz. Peygamberin “Kur’ân ile çelişen hadislerim olamaz.” sözüne uygundur. Bu hususta yazılmış pek çok fıkıh kitapları var. Bu görüşleri sıralayarak okuyucularımızın kafalarını karıştırmak istenmiyorum. Onun için farklı uygulanan bir kaç hususu örnek vererek, konumu tamamlamak istiyorum.

Seferi Namaz Konusu :

Seferi namaz konusunda farklı uygulamalar yaşanıyor. Seferi (Yolcu) olma koşullarında bir problem yok. Fakat bu halde namaz ibadetinin yerine getirilmesi hususunda itilaf var.  Bu konuda kutsal kitabımızda çözüm var.

4/NİSÂ-101: Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû, innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen).

“Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız, o taktirde namazdan kısaltmanızda, size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.”

Ayetimizde konu çok açık olarak anlatılıyor. Seferi namaz konusunda iki şart verilmiş. Birincisi seferi olma durumu, diğeri “inkar eden (kafir)’lerin bir fitnesinden korkmak” olarak sıralanıyor. Bu iki şart varsa namazınızı kısaltmanızda bir günah yoktur. Deniliyor. Kısaltma konusu muhayyer bırakılmış. Mevcut şartlara göre bir mecburiyet yok. Ayet muhkem ve çok açık olmasına rağmen farklı uygulamalar var. İtiraz edenler Hz. Peygamberin dört rekatları, iki rekata indirdiği, Hz. Peygamberden sonra sahabenin de aynı uygulamayı yaptığı şeklinde itiraz ediliyor. Allah’ın ikramının kabul edilmemesi gibi bir yanlışa düşüleceğini ileri sürenler var. Kur’ânda çözüm olduğuna göre, diğer yolların hiçbir geçerliliği yoktur. Kurâna iman bunu gerektirir.

2/BAKARA-184: Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn.

“(Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı), diğer (başka) günlerden (oruç tutarak) tamamlanır. (İhtiyarlıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç yetiremeyenlerin, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi (gerekir).Artık kim isteyerek (gönülden) bir hayır yaparsa (orucunu veya fidyeyi artırırsa),işte o, kendisi için bir hayırdır. Oruç tutmak sizi için daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz.”

Yukarıdaki ayette oruç ibadetini yerine getiremeyenler için iki alternatifli çözüm yolları veriliyor. Ayetin sonunda şartlara göre oruç’un, kaza oruçu ile eda edilmesinin daha hayırlı olduğu bildiriliyor. Burada da müminlere kolaylık olması için kazanın ödenme yollarının tatbiki de muhayyer bırakılmış. İsteyen istediği çözüm yolarını kullanmakta serbest bırakılıyor. Şartlara göre kişi, istediği çözüm yolunu kullanabilir. Seferi halde namazını tam kılabilir. Orucunu da tutabilir. Bunda bir sakınca (Günah) olmadığı açıkça bildiriliyor. Hz. Peygamberimiz namazlarını kısaltmış olabilir. Çünkü o çağlarda güvenlik problemleri vardı. Günümüzde hamd olsun böyle bir sıkıntı yok. Yolculuklarımız da gelişmiş araçlar ile yapıldığı için tam bir seferi durumu olmuyor. Buna rağmen gösterilen kolaylıkları uygulayanlara bir sözümüz yok. Onların da diğer uygulamalara saygı göstermeleri gerekir.

Bir diğer konu da, Hz. Peygamber ve sahabesinin örmek alınması meselesidir. Bazı insanlarımız Hz. Peygamber ve sahabesini örnek alıyorum diye kılıktan kılığa giriyor. Başa sarık giyilmesi bir İslam kültürüdür. Geçmiş dönemlerde sarık çokça kullanılmış. Sarık ve hilat giymek ilim erbabının kullandığı bir kıyafet iken, geçmişte maalesef, kötü niyetli kişilerin istismarına maruz kaldığı bir gerçektir. Ülkemiz bu istismara fırsat vermemek için bu kıyafetin kullanılmasına sınırlama getirilmiş. Bu tedbir toplumumuz tarafından kabul görerek, yerleşmiştir.

33/AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).

“Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır.”

Allah’a ve ahiret gününe iman :

Yukarıdaki ayette, “Allah’a ve ahiret gününe (Yercûllâhhe) ulaşmayı dileyen ve çok zikredenler” için, Hz. Peygamberimiz’in güzel bir örnek olduğu bildiriliyor. Arapça yercullâh, Allah’a rücu eden, Allah’tan gelen (Allah’ın ruhumdan üfürdüm dediği) kişinin, ruhen Allah’a geri dönüp (ona ruhen teslim olması) anlamındadır. Ahiret günü ise, Allah’a inanmanın ötesi, sonrası olan ruhen ona teslim olma günü kast ediliyor. Hz. Peygamberimiz ve sahabesini yaşadığı İslam’ı günümüzde de yaşayan tasavvuf ehli bunu, böyle bilir ve inanır.

Ancak, günümüz Müslümanları arasında ahiret günü, öldükten sonra yaşanacağına inanılan dönem olarak algılanıyor. Bu görüşün yanlış olduğu açıktır. Allah’a ve ahiret gününe iman, Kutsal kitabımızda pek çok kullanılmaktadır. Bu ifade ile teslim dini olan İslam’ın ilk teslimi olan, Allah’a inanmanın ötesi, nefsimizi teksiye ettikten sonra ruhumuzun Allah’a ulaştırılıp, teslimi anlatılmak isteniyor. Fakat insanları saptırma konusunda Allah’a söz veren İblis, kutsal kitabımızın en önemli kavramı olan bu (Yercûllâh) Allah’a geri dönüp, ona teslim olma kavramını saptırmış. Çağımız Müslümanlarının çoğuna Allah’a geri dönüp, ona ulaşma ve teslim olma keyfiyetini unutturmayı başarmış. Böylece çağımız insanlarını cehenneme mahkûm edilmiş.

Hz. Peygamberi örnek alanların diğer bir özelliğinin de “Allah’ı çok zikretmek.” Olduğu bildiriliyor. Tasavvuf ehlinin en çok yaptıkları şey Allah’ı zikretmektir. Çünkü, nefis tezkiyesi çok zikir ile mümkündür. Yukarıdaki ayet, “Allah’ı ve ahiret gününe ulaşmayı dileyen. Ve Allah’ı çok zikredenler” ifadesi ile Allah yolunun yolcuları olan mutasavvıflara işaret ediliyor. Bu insanlarımız zaten Hz. Peygamberin hayatını örnek almışlardır.

Bazı insanlarımız, İslamı yaşıyorum diye çeşitli kılıklara girildiğini söyledik. Gençlerimize kötü örnek oluyorlar. İslam dini şekilciliğe değer vermez. Allah, Müminlerin kalplerine bakar. Allah dostlarının dış görünüşe değil, samimiyetine bakar. Bu insanlar Çevrelerine güzel örnek olmuştur. Halkımız bunların bazılarına “Apdal”  ifadesi ile isimlendirdikleri malumdur. Hz. Peygamber aşkı böyle olur. Bunların tek farkı Allah’a ulaşmayı dileyip, bir Allah dostunun rehberliğini kabul etmeleridir. Her konuda Allah’a teslim olan kişilerdir. Başlarına gelen her olayda bir hikmet arar. Hiçbir sıkıntı onlara tesir etmez. Bazı okuyucularımız bunlar eskiden yaşamış, diye düşünebilir. Bu Allah dostu rehber kişilerin her zaman ve mekanda bulunduklarını açıklayan ayetleri inceleyelim.

10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn (yuzlamûne).

“Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.”

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

“Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.”

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm (hakîmu).

“Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.”

Görüldüğü gibi bu mübarekler, tüm zaman ve mekanlarda bulunan, Allah’ın ayetlerini kendi lisanımız ile açıklayan, insanlarımızı Allah’a davet eden, toplumumuzu uyarıcı, müminleri cennet ile müjdeleyen hidayetçilerdir. Bunları arayanlar bulur. Bulanlar, onların rehberliğinde dünya ve ahiret saadetine ulaşır. Onun için okuyucularımızın Hemen Allah’a ulaşmayı dileyip, hacet namazı ile Allah’tan hidayetçilerini talep etmeleri ümidi ile konumuzu tamamlayalım. İns. aro.

29 Ocak 2021

lutfitumturk@hotmail.com                                                                                           Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : Lütfi TÜMTÜRK
Tür : Diğer Tarih : 3.02.2021
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
23.344